21 Kasım 2016 Pazartesi

Bir Deneme Tahtası - Türk Eğitim Sistemi

Eğitim basit tanımıyla kişide öğrenme yaşantıları yoluyla istendik davranış değiştirme işlemidir. İşlem kısa süreli olabildiği gibi elbette ki hayat boyu devam bir süüreçtir. Ülkemizde bu sistemin şu anki kaynağı veya başlangıcı İslami öğretilerin ev veya mahalle mekteplerinin sistematize olmasıyla başlayan bir akımdan geliyor. İlk önce dine dayalı öğretilerin kuşaklarlar boyu birbirine aktarılması yoluyla gerçekleşmiştir. Burada ki amaç tabi ki bilimsel yolla ver kazanımı veya toplumun refah seviyesinin artırılmasına yönelik bir açaba değil var olan gücün dini öğretilerle toplum üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanılmasıdır. Her ke ne kadar dini öğrenimi görmüş kişilerin nispeten toplumdaki yeri biraz daha yükselmiş olsa da ; aslında bunun belli dogmaların üzerinden kuralları değiştirmemek adına kendinden sonraki nesiller üzerinde baskı kurmak olduğu anlaşılmalıdır. Örnek vermek gerekirse fen bilimleri, sanat, vb. öğretiler yerine ezbere dayalı bir sistem ile sadece Kur'an kaynaklı bir sistem bu mekteplerin temel taşı olmuştur. Oysa ki eğitim bireye ve topluma artı değer katmak zorundadır. Edinilen yeni bilgiyle veya kazanımlarla eksiklikler giderilmeli yeni yollar açılmalıdır.
İşte bu gibi bir kör kuyudan gelen ülkemizdeki eğitim sisteminin kısa bir geçmişine bakacak olursak ilk deneyimlerimiz yukarıda bahsedilenler gibi mahalle mektepleri yoluyla kurulanlardır. Osmanlı'da ilk medrese 1331 yılında İznik'te kurulan medresedir. Sonraki dönemlerde yurdun birçok yerinde buna benzer okullar açılmaya başlanmıştır. Öğretici personel genellikle Ulema sınıfı diye adlandırılan bir din ve Kur'an bilginleri kesiminden bir kişidir. Bunlara ek olarak Dar'ulkurra adı verilen Kur'an ezberleme okulları da eğitim sistemi içerisinde önemli bir yer edinmiştir.
Osmanlı'nın son döneminde yozlaşan ve belirli bir denetlemeye tabi olmayan bur kurumlar cumhuriyetin ilanından sonra 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile birlikte tek bir çatı altında toplanarak Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlanmıştır. Bu dönemde var olan okullardaki yozlaşmalar zamanla ortadan kaldırılmaya çalışılmış, daha bilimsel bir nitelik kazanan okullarda çağdaş bir eğitim sistemi benimsenmeye başlamıştır.
1900'lü yıllarda okur ülkemizde ki okur yazar oranı tam olarak bilinmese de cumhuriyet rakamları 1927 yılında ki veriyi %8 civarında veriyor. Dış kaynaklı birçok araştırma da kesin rakamın ne olduğu bilinmiyor. Örnek vermek gerekirse http://users.erols.com/mwhite28/literacy.htm linkte yine bu yıllarda kesin rakamın ne olduğu belirsiz.
Ancak kaynaklara bakıldığında kesin olmasa da en yakın rakamın bile %10'un altında olduğunu varsayabiliriz. Bu durumda ülkedeki eğitim sisteminin değişmesi tabi ki kaçınılmaz bir zorunluluk.
İlerleyen yıllarda ise kayıt altına alma işleminin biraz daha sistematikleşmesi ve yeni cumhuriyetin kurumlarının benzer ülkelerdeki seviyeye yaklaşması nedeniyle ki burada üniversitelerin çalışmaları bize imkan sağlıyor, rakamlar daha güvenilir.
Gelelim eğitimin birleştirilmesinden sonra ki yıllara.1923 yılında ilk ve orta öğretimde kayıtlı öğrenci sayısı 361 514.1924 yılında ise  medreselerdeki kayıtlı öğrenci sayısı 1800.1940 verilerine göre ise 7-16 yaş aralığındaki 3 milyon çocuğun üçte birinden azı okur yazardır. Yine bu dönemde de eğitim sisteminde muazzam başarılar elde edilmiş olsa da sistemin hala yetersiz olduğunu kabul etmek gerekir. Rakamlar göz önüne alındığında sistemin yine elden geçirilmesi gerekliliği ortaya çıkıyor. Bu yıllarda toplam nüfusun yaklaşık %75'i köylerde kalan kısım ise kasaba ve köylerde kalıyordu. Ancak köyde kalan 13 milyon kişinin çocukları arasındaki okur yazar oranı %25 gibi düşük bir oran.
Köyden kente göçün başlaması hem kırsalda hem de köylerde farklı sorunlar oluşturmaya başladı. İlk başta gelen sorun ise eğitim sorunu oldu. Kent yaşamına uyum sağlamada zorluk çeken köy çocukları ülke geleceği içinde sağlıklı bir nesil oluşmasının bir engeli idi. Bunun sorumlusu ne yazık ki ülkeyi iyi sentezleyemeyen bir yönetim anlayışından kaynaklıydı. Madalyonun öteki yüzünde ise köylerin yavaş yavaş boşalmasıyla ortaya çıkan kırsal kesimdeki yetersizliklerdi. Tabi ki yine okulların durumu içler acısıydı. Bu sorunu gören ve kent ile kırsal arasındaki eğitim uçurumunu akıllı bir atılımla çözmek isteyen Hasan Ali Yücel'in önderliğinde 1940 senesinde Köy Enstitüleri'nin açılışı gerçekleştirildi. Genç cumhuriyetin en iyi kalkınma hareketi olarak da anabileceğimiz bu okullar kısa süre içerisinde ülkenin atardamarları haline geldi. Tabi burada İsmail Hakkı Tonguç ismini de anmamız gerekiyor. Okulların açılmasında emeği geçen önemli bir isim. Köy Enstitüleri ülkenin 21 bölgesinde açılmış ve köy okullarına öğretmen yetiştirme amacıyla kurulmuş yapılar. Ancak günümüz öğretmen anlayışından biraz daha kapsamlı bir personel karşımıza çıkıyor. Örneğin her öğrenci en az bir enstrüman çalıyor, aşı yapmayı biliyor, temel sağlık bilgilerine de hakim. Eğitim programları da göz atacak olursak dersler arasında ziraat dersleri, genel kültür dersleri, teknik dersler gibi dersler yer almakta. Her dersin tabi ki bir de uygulamaları var.
Gün geçtikçe ilerleme kaydeden ve her köyü birer derslik haline getirerek halkı bilinçlendiren enstitü mezunları ülke çapında yaşanan değişiklik sayesinde çoğu kesimden takdir kazanmıştır. Ancak cumhuriyet karşıtı, toprak zenginlerinin baskıları ve algı yanıltmaları sonucu; çeşitli kara propagandalar neticesinde 1946 yılında kapatılan enstitüler yine sistemin çarkları arasında ezilmiştir.
Devam eden yıllarda her zaman siyasi iktidarın maşası haline getirilmiş eğitim sistemi Menderes hükümetlerinde de çeşitli değişikliklere maruz kalmıştır. İlk hükümet programında eğitimin millileştirilmesi gerektiği söylenmiştir. İkinci hükümet programında ise makineleşmenin etkisiyle teknik eleman ihtiyacı oluştuğundan bu yönde bir sistem olması kararlaştırılmıştır. Ayrıca doğuda bir üniversitenin kurulması gerektiği programa eklenmiştir. Ortaöğretim kurumları 1950 sonrasında kaynak yetersizliği sebebiyle oldukça zor duruma düşmüşlerdir. Önceki on yıla nazaran öğrenci sayılarındaki artış %84 iken, yatırımlardaki artış %35 düzeyinde kalmıştır. Bunun sonucunda eğitimsel standartlar düşmüştür. Tüm bunlardan çıkarılacak sonuç ise eğitimin kalitesizleştirilmiş olmasıdır.
1970'lerde ise eğitim sisteminin geçen yıllarda geriletilmesinin eksiklikleri giderilmeye çalışılmıştır.
Teknolojinin gelişmesi, makineleşmenin tabana yayılmaya başlaması ve eğitim bilimlerindeki kayda değer gelişmeler ülkemizdeki eğitim sistemini de doğrudan etkilemiştir. Bireyselliğin fark edilmeye başlaması da eğitim sistemlerinde genel geçer bir program yerine bireysel farklılıkları dikkate alan bir programa doğru kaymanın kaçınılmazlığını bizlere gösterir.
Ülkemizin cumhuriyet tarihinde bir kara leke olan darbeler ne yazık ki 1980 senesinde yine kendini göstermiş ve eğitimli kişilerin birer tehlike unsuru olduğunu göstermeye çalışmıştır. Sayısız kitap yakılmış, yine sayıları tam tespit edilemeyen dergi, gazete, dernek, topluluk kapatılmış, öğrenciler ve öğretmenler hapishanelerde yok edilmiştir. Eğitim sistemine kapanmaz yaralar açmasıyla beraber bir yönden de araştırmanın, hakkın ve hukukun bilinmesinin önünü açmıştır. Ayrıca bu dönemde küresel eğitim politikaları neoliberalleşmeyle birlikte tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de eğitim programlarına yansımıştır.1980 yılında okur yazar oranına baktığımızda %67 gibi bir rakamla karşılaşırız. Bu rakam 1985'te %77'ye 1990 ise %80'e çıkmıştır.
Milenyum çağına girildiğinde eğitim sistemleri köklü değişikliklere gitmiş teknoloji eğitimin değişmez bir parçası olmuş sınıflara bilgisayarın girmesiyle görsel ve işitsel materyal kaynakları çoğalmış ve eğitim programları da buna göre düzenlenmiştir. Ancak var olan alt yapının yetersizliği, kırsalda devam eden sorunlar bu atılımın gerçekte uygulanırlığını engellemiştir. Ayrıca doğudaki bazı bölgesel sorunlar da öğretmen sorunu ortaya çıkarmış ve dolayısıyla eğitimin kalitesizliği bir kere daha kendini göstermiştir.
 2000 yılından itibaren sonuçları açıklanmaya başlayan PISA sonuçlarında Türkiye'nin yapılan tüm değişiklik ve düzenlemelere rağmen hala istenilen sonuçları elde edemediği ortadadır.15 yaş öğrencilerinde öğrenilen bilgilerin hayatta kullanılabilirliğini ölçen bu değerlendirme sisteminde Ülkemiz PISA sonuçlarına 2003 yılında katılmaya başlamıştır. Var olan eksikliklerin giderilmesi amacıyla Talim ve Terbiye Kurulu tarafından 2005-2006 eğitim öğretim yılında eğitim sistemimizde bir dizi yeniliklere gidilmiştir. Özellikle yapılandırmacı ve bilişsel sistemler uygulanmaya konulmuştur. Ancak ilerleyen yıllarda her ne kadar ilerlemeler kaydedilse de istenilen seviyeye bir türlü gelinememiştir.
2010 yılın itibaren temeli eğitimde eşitlik ilkesine dayanan F@tih projesi eğitim sistemini sil baştan yeniliğe açık ve çağdaş bir düzeye çıkarılması umuduyla hayata geçirilmiştir. Günümüzdeki teknolojik alt yapıyı okullarda kullanılabilir hale getirmek ve bu sayede daha kalıcı öğrenmeler gerçekleştirmek amaçlanmıştır. 2012 yılında ise temel bir değişikliğe gidilerek 4+4+4 eğitim sistemi kabul edilmiştir. Bu sistemin pilot uygulamalarının çok yetersiz olması, var olan eleştirilerin göz ardı edilmesi, temel aksaklıklar hala mevcutken tekrar bir değişikliğe gidilmesi ve eğitimin siyaseten bir araç olarak kullanılması gibi faktörler bu sisteminde geleceğinin olmadığı sonucunu ortaya koyuyor. Nitekim Milli Eğitim camiasından yetkin kişilerin açıklamaları da yakın zamanda bu uygulamadan vazgeçileceğini söylüyor bizlere. Değişikliğe gidilmeden önce çocukların küçük yaşta okula başlaması, zorunlu din eğitimi alması, eğitimin karışması, bazı okulların imam hatibe çevrilmesi gibi eleştiriler göz ardı edildiği için zaten ölü doğmuş bir sistem 12 yıllık eğitimin zorunlu olmasını sağlasa da yine eğitim değerlendirme sonuçlarında bizlere istenmeyen sonuçlar veriyor. Örneğin Şubat 2016'da açıklanan PISA sonuçlarına göre Türkiye matematikte 64 ülke içinde 45. sırada yer alıyor.
Tüm bu açıklamalar ve değişikler ışığında eğitimde yapılması gerekenin aslında var olan sistemlerin temelden başlayarak düzenlenmesi ve bu düzenlemenin ulusal ve uluslararası kriterler dikkate alınarak yapılması, siyasilerin ve siyaset kurumların sistem belirlemede son söz sahibi olmaması gerektiğini, program ve sistem oluştururken eğitim sisteminden etkilenen tüm faktörlerin içerik yapılırken bir araya gelmesi gibi bir çalışmanın zorunluluğunu ortaya koyuyor. Ümidimiz eğitim sisteminin Atatürk'ün yolunda bilimsel, laik ve çağdaş yönde olması yönünde.




Kaynaklar:
1.https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0znik_Medresesi
2.https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye'de_e%C4%9Fitim
3.http://blog.milliyet.com.tr/egitimin-1923-1940-rakamlari/Blog/?BlogNo=236599
4.http://higheredu-sci.beun.edu.tr/text.php3?id=1532
5.http://dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/160/dursunoglu.htm
6.http://docplayer.biz.tr/7192930-1980-lerde-egitim-sisteminin-yeniden-yapilanmasi-kuresellesme-ve-neoliberal-egitim-politikalari.html
7.http://www.ataturkiye.com/devrimleri/harfdevrimi/okuryazarlikistatistikleri.html
8.http://www.suleymansen.com/FileUpload/op42022/File/ab11_celen-celik_seferoglu_pisa-sonuclari.pdf
9.https://tr.wikipedia.org/wiki/4%2B4%2B4_E%C4%9Fitim_Sistemi
10.http://www.sozcu.com.tr/2016/egitim/pisa-2016-sonuclari-ve-turkiyenin-cozemedigi-matematik-1090252/
11.http://pisa.meb.gov.tr/