Eğitim basit tanımıyla kişide öğrenme yaşantıları yoluyla istendik davranış
değiştirme işlemidir. İşlem kısa süreli olabildiği gibi elbette ki hayat boyu
devam bir süüreçtir. Ülkemizde bu sistemin şu anki kaynağı veya başlangıcı
İslami öğretilerin ev veya mahalle mekteplerinin sistematize olmasıyla başlayan
bir akımdan geliyor. İlk önce dine dayalı öğretilerin kuşaklarlar boyu
birbirine aktarılması yoluyla gerçekleşmiştir. Burada ki amaç tabi ki bilimsel yolla
ver kazanımı veya toplumun refah seviyesinin artırılmasına yönelik bir açaba
değil var olan gücün dini öğretilerle toplum üzerinde bir baskı unsuru olarak
kullanılmasıdır. Her ke ne kadar dini öğrenimi görmüş kişilerin nispeten
toplumdaki yeri biraz daha yükselmiş olsa da ; aslında bunun belli dogmaların
üzerinden kuralları değiştirmemek adına kendinden sonraki nesiller üzerinde
baskı kurmak olduğu anlaşılmalıdır. Örnek vermek gerekirse fen bilimleri, sanat,
vb. öğretiler yerine ezbere dayalı bir sistem ile sadece Kur'an kaynaklı bir
sistem bu mekteplerin temel taşı olmuştur. Oysa ki eğitim bireye ve topluma
artı değer katmak zorundadır. Edinilen yeni bilgiyle veya kazanımlarla
eksiklikler giderilmeli yeni yollar açılmalıdır.
İşte bu gibi bir kör kuyudan gelen ülkemizdeki eğitim sisteminin kısa bir
geçmişine bakacak olursak ilk deneyimlerimiz yukarıda bahsedilenler gibi
mahalle mektepleri yoluyla kurulanlardır. Osmanlı'da ilk medrese
1331 yılında
İznik'te kurulan medresedir. Sonraki dönemlerde yurdun birçok yerinde buna
benzer okullar açılmaya başlanmıştır. Öğretici personel genellikle Ulema sınıfı
diye adlandırılan bir din ve Kur'an bilginleri kesiminden bir kişidir. Bunlara
ek olarak Dar'ulkurra adı verilen Kur'an ezberleme okulları da eğitim sistemi
içerisinde önemli bir yer edinmiştir.
Osmanlı'nın son döneminde yozlaşan ve belirli bir denetlemeye tabi olmayan
bur kurumlar cumhuriyetin ilanından sonra 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu
ile birlikte tek bir çatı altında toplanarak Milli Eğitim Bakanlığı'na
bağlanmıştır. Bu dönemde var olan okullardaki yozlaşmalar zamanla ortadan
kaldırılmaya çalışılmış, daha bilimsel bir nitelik kazanan okullarda çağdaş bir
eğitim sistemi benimsenmeye başlamıştır.
1900'lü yıllarda okur ülkemizde ki okur yazar oranı tam olarak bilinmese de
cumhuriyet rakamları 1927 yılında ki veriyi %8 civarında veriyor. Dış kaynaklı
birçok araştırma da kesin rakamın ne olduğu bilinmiyor. Örnek vermek gerekirse http://users.erols.com/mwhite28/literacy.htm
linkte yine bu yıllarda kesin rakamın ne olduğu belirsiz.
Ancak kaynaklara bakıldığında kesin olmasa da en yakın rakamın bile %10'un
altında olduğunu varsayabiliriz. Bu durumda ülkedeki eğitim sisteminin
değişmesi tabi ki kaçınılmaz bir zorunluluk.
İlerleyen yıllarda ise kayıt altına alma işleminin biraz daha sistematikleşmesi
ve yeni cumhuriyetin kurumlarının benzer ülkelerdeki seviyeye yaklaşması
nedeniyle ki burada üniversitelerin çalışmaları bize imkan sağlıyor, rakamlar
daha güvenilir.
Gelelim eğitimin birleştirilmesinden sonra ki yıllara.1923 yılında ilk ve
orta öğretimde kayıtlı öğrenci sayısı 361 514.1924 yılında ise
medreselerdeki kayıtlı öğrenci sayısı 1800.1940 verilerine göre ise 7-16 yaş
aralığındaki 3 milyon çocuğun üçte birinden azı okur yazardır. Yine bu dönemde
de eğitim sisteminde muazzam başarılar elde edilmiş olsa da sistemin hala
yetersiz olduğunu kabul etmek gerekir. Rakamlar göz önüne alındığında sistemin
yine elden geçirilmesi gerekliliği ortaya çıkıyor. Bu yıllarda toplam nüfusun
yaklaşık %75'i köylerde kalan kısım ise kasaba ve köylerde kalıyordu. Ancak
köyde kalan 13 milyon kişinin çocukları arasındaki okur yazar oranı %25 gibi
düşük bir oran.
Köyden kente göçün başlaması hem kırsalda hem de köylerde farklı sorunlar
oluşturmaya başladı. İlk başta gelen sorun ise eğitim sorunu oldu. Kent
yaşamına uyum sağlamada zorluk çeken köy çocukları ülke geleceği içinde
sağlıklı bir nesil oluşmasının bir engeli idi. Bunun sorumlusu ne yazık ki ülkeyi
iyi sentezleyemeyen bir yönetim anlayışından kaynaklıydı. Madalyonun öteki
yüzünde ise köylerin yavaş yavaş boşalmasıyla ortaya çıkan kırsal kesimdeki
yetersizliklerdi. Tabi ki yine okulların durumu içler acısıydı. Bu sorunu gören
ve kent ile kırsal arasındaki eğitim uçurumunu akıllı bir atılımla çözmek
isteyen Hasan Ali Yücel'in önderliğinde 1940 senesinde Köy Enstitüleri'nin
açılışı gerçekleştirildi. Genç cumhuriyetin en iyi kalkınma hareketi olarak da
anabileceğimiz bu okullar kısa süre içerisinde ülkenin atardamarları haline
geldi. Tabi burada İsmail Hakkı Tonguç ismini de anmamız gerekiyor. Okulların
açılmasında emeği geçen önemli bir isim. Köy Enstitüleri ülkenin 21 bölgesinde
açılmış ve köy okullarına öğretmen yetiştirme amacıyla kurulmuş yapılar. Ancak
günümüz öğretmen anlayışından biraz daha kapsamlı bir personel karşımıza
çıkıyor. Örneğin her öğrenci en az bir enstrüman çalıyor, aşı yapmayı biliyor,
temel sağlık bilgilerine de hakim. Eğitim programları da göz atacak olursak
dersler arasında ziraat dersleri, genel kültür dersleri, teknik dersler gibi
dersler yer almakta. Her dersin tabi ki bir de uygulamaları var.
Gün geçtikçe ilerleme kaydeden ve her köyü birer derslik haline getirerek
halkı bilinçlendiren enstitü mezunları ülke çapında yaşanan değişiklik
sayesinde çoğu kesimden takdir kazanmıştır. Ancak cumhuriyet karşıtı, toprak
zenginlerinin baskıları ve algı yanıltmaları sonucu; çeşitli kara propagandalar
neticesinde 1946 yılında kapatılan enstitüler yine sistemin çarkları arasında
ezilmiştir.
Devam eden yıllarda her zaman siyasi iktidarın maşası haline getirilmiş
eğitim sistemi Menderes hükümetlerinde de çeşitli değişikliklere maruz
kalmıştır. İlk hükümet programında eğitimin millileştirilmesi gerektiği
söylenmiştir. İkinci hükümet programında ise makineleşmenin etkisiyle teknik
eleman ihtiyacı oluştuğundan bu yönde bir sistem olması kararlaştırılmıştır. Ayrıca
doğuda bir üniversitenin kurulması gerektiği programa eklenmiştir. Ortaöğretim
kurumları 1950 sonrasında kaynak yetersizliği sebebiyle oldukça zor duruma
düşmüşlerdir. Önceki on yıla nazaran öğrenci sayılarındaki artış %84 iken,
yatırımlardaki artış %35 düzeyinde kalmıştır. Bunun sonucunda eğitimsel
standartlar düşmüştür. Tüm bunlardan çıkarılacak sonuç ise eğitimin
kalitesizleştirilmiş olmasıdır.
1970'lerde ise eğitim sisteminin geçen yıllarda geriletilmesinin eksiklikleri
giderilmeye çalışılmıştır.
Teknolojinin gelişmesi, makineleşmenin tabana yayılmaya başlaması ve eğitim
bilimlerindeki kayda değer gelişmeler ülkemizdeki eğitim sistemini de doğrudan
etkilemiştir. Bireyselliğin fark edilmeye başlaması da eğitim sistemlerinde
genel geçer bir program yerine bireysel farklılıkları dikkate alan bir programa
doğru kaymanın kaçınılmazlığını bizlere gösterir.
Ülkemizin cumhuriyet tarihinde bir kara leke olan darbeler ne yazık ki 1980
senesinde yine kendini göstermiş ve eğitimli kişilerin birer tehlike unsuru
olduğunu göstermeye çalışmıştır. Sayısız kitap yakılmış, yine sayıları tam
tespit edilemeyen dergi, gazete, dernek, topluluk kapatılmış, öğrenciler ve
öğretmenler hapishanelerde yok edilmiştir. Eğitim sistemine kapanmaz yaralar
açmasıyla beraber bir yönden de araştırmanın, hakkın ve hukukun bilinmesinin
önünü açmıştır. Ayrıca bu dönemde küresel eğitim politikaları
neoliberalleşmeyle birlikte tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de eğitim
programlarına yansımıştır.1980 yılında okur yazar oranına baktığımızda %67 gibi
bir rakamla karşılaşırız. Bu rakam 1985'te %77'ye 1990 ise %80'e
çıkmıştır.
Milenyum çağına girildiğinde eğitim sistemleri köklü değişikliklere gitmiş
teknoloji eğitimin değişmez bir parçası olmuş sınıflara bilgisayarın girmesiyle
görsel ve işitsel materyal kaynakları çoğalmış ve eğitim programları da buna
göre düzenlenmiştir. Ancak var olan alt yapının yetersizliği, kırsalda devam
eden sorunlar bu atılımın gerçekte uygulanırlığını engellemiştir. Ayrıca
doğudaki bazı bölgesel sorunlar da öğretmen sorunu ortaya çıkarmış ve
dolayısıyla eğitimin kalitesizliği bir kere daha kendini göstermiştir.
2000 yılından itibaren sonuçları açıklanmaya başlayan PISA sonuçlarında
Türkiye'nin yapılan tüm değişiklik ve düzenlemelere rağmen hala istenilen
sonuçları elde edemediği ortadadır.15 yaş öğrencilerinde öğrenilen bilgilerin
hayatta kullanılabilirliğini ölçen bu değerlendirme sisteminde Ülkemiz PISA
sonuçlarına 2003 yılında katılmaya başlamıştır. Var olan eksikliklerin
giderilmesi amacıyla Talim ve Terbiye Kurulu tarafından 2005-2006 eğitim
öğretim yılında eğitim sistemimizde bir dizi yeniliklere gidilmiştir. Özellikle
yapılandırmacı ve bilişsel sistemler uygulanmaya konulmuştur. Ancak ilerleyen
yıllarda her ne kadar ilerlemeler kaydedilse de istenilen seviyeye bir türlü
gelinememiştir.
2010 yılın itibaren temeli eğitimde eşitlik ilkesine dayanan F@tih projesi
eğitim sistemini sil baştan yeniliğe açık ve çağdaş bir düzeye çıkarılması
umuduyla hayata geçirilmiştir. Günümüzdeki teknolojik alt yapıyı okullarda
kullanılabilir hale getirmek ve bu sayede daha kalıcı öğrenmeler
gerçekleştirmek amaçlanmıştır. 2012 yılında ise temel bir değişikliğe gidilerek
4+4+4 eğitim sistemi kabul edilmiştir. Bu sistemin pilot uygulamalarının çok
yetersiz olması, var olan eleştirilerin göz ardı edilmesi, temel aksaklıklar
hala mevcutken tekrar bir değişikliğe gidilmesi ve eğitimin siyaseten bir araç
olarak kullanılması gibi faktörler bu sisteminde geleceğinin olmadığı sonucunu
ortaya koyuyor. Nitekim Milli Eğitim camiasından yetkin kişilerin açıklamaları
da yakın zamanda bu uygulamadan vazgeçileceğini söylüyor bizlere. Değişikliğe
gidilmeden önce çocukların küçük yaşta okula başlaması, zorunlu din eğitimi
alması, eğitimin karışması, bazı okulların imam hatibe çevrilmesi gibi
eleştiriler göz ardı edildiği için zaten ölü doğmuş bir sistem 12 yıllık
eğitimin zorunlu olmasını sağlasa da yine eğitim değerlendirme sonuçlarında
bizlere istenmeyen sonuçlar veriyor. Örneğin Şubat 2016'da açıklanan PISA
sonuçlarına göre Türkiye matematikte 64 ülke içinde 45. sırada yer alıyor.
Tüm bu açıklamalar ve değişikler ışığında eğitimde yapılması gerekenin
aslında var olan sistemlerin temelden başlayarak düzenlenmesi ve bu
düzenlemenin ulusal ve uluslararası kriterler dikkate alınarak yapılması,
siyasilerin ve siyaset kurumların sistem belirlemede son söz sahibi olmaması
gerektiğini, program ve sistem oluştururken eğitim sisteminden etkilenen tüm
faktörlerin içerik yapılırken bir araya gelmesi gibi bir çalışmanın
zorunluluğunu ortaya koyuyor. Ümidimiz eğitim sisteminin Atatürk'ün yolunda
bilimsel, laik ve çağdaş yönde olması yönünde.
Kaynaklar:
1.https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0znik_Medresesi
2.https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye'de_e%C4%9Fitim
3.http://blog.milliyet.com.tr/egitimin-1923-1940-rakamlari/Blog/?BlogNo=236599
4.http://higheredu-sci.beun.edu.tr/text.php3?id=1532
5.http://dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/160/dursunoglu.htm
6.http://docplayer.biz.tr/7192930-1980-lerde-egitim-sisteminin-yeniden-yapilanmasi-kuresellesme-ve-neoliberal-egitim-politikalari.html
7.http://www.ataturkiye.com/devrimleri/harfdevrimi/okuryazarlikistatistikleri.html
8.http://www.suleymansen.com/FileUpload/op42022/File/ab11_celen-celik_seferoglu_pisa-sonuclari.pdf
9.https://tr.wikipedia.org/wiki/4%2B4%2B4_E%C4%9Fitim_Sistemi
10.http://www.sozcu.com.tr/2016/egitim/pisa-2016-sonuclari-ve-turkiyenin-cozemedigi-matematik-1090252/
11.http://pisa.meb.gov.tr/